<$BlÇocuklar… Çocuklarımız… Hayatımıza anlam katan, yaşamımızı zevkli kılan,
geleceğimizin onlar aracılığıyla selameti sahile çıkacakları süslerimizdir
çocuklarımız. Çünkü ailenin ve toplumun selameti çocuklarına bağlıdır.
Toplumsal barışın ve huzurun zamklarıdır onlar…
Onların varlığı toplum için neşe kaynağıdır. Bir toplumun geleceğini inşa
edecek temel unsur çocuklarıdır. Çocuklar, bir toplumun yarınının güvende
olmasının garantisidirler. Yarının toplumunu güven temelinde inşa etmek
istiyorsak çocuğu ve eğitimini ciddiyetle önemsemeliyiz.
Her anne ve baba, hayatta kendisine hedef olarak, çocuklarını iyi
yetiştirmeyi seçer. Çocuklarının güvenli yarınlara ulaşmasını hedefler. Hani
zaman zaman duyarız ya; “Hayatta başka ne isteğimiz ola ki? Çocuğumuz için
çalışırız hepimiz!” tarzlı söylemleri. Reel pratikte de şahit olduğumuz
veçhile bir anne ve babanın bu hayatta çabasının tek hedefi vardır.
Çocuklarına iyi bir gelecek inşa etmek için çalışmak… Hayattaki birincil
hedeflerinin ilk sırasında çocuğunun geleceğini güvenle inşa etme vardır.
Her kes bu alanda alabildiğine gayret sarf eder. Öz kaynaklarının büyük bir
bölümünü bu amaçla çocuklarına yatırır her anne ve baba. Çocuklarına iyi bir
gelecek inşa etmek için bir ömür tüketirler. Çünkü yarının güvenliği,
nesillerin güvenliğiyle direkt ilişkilidir. Çocuklar istikbalin
garantisidirler. Yarını olmayanın ahiri berbat olur. Çünkü toplumun
geleceğinin sigortası ve emniyet kemeri çocuklardır. İşte geleceğini inşa
etmemiz gereken çocuklarımızın dini, ahlaki ve manevi eğitim ve öğretimi bu
anlamda çok önemlidir.
Durum böyle iken toplumda, çocukların geleceğini kurtarma anlamında yanlış
ve tehlikeli bir eğilim hâkimdir. Bu tehlikeli eğilim, çocuğun geleceği söz
konusu edildiğinde genellikle madde temelli inşa süreçlerinin
başlatılmasıdır. Çünkü insanlar genellikle ömürlerini çocuklarının
geleceğini inşaya adarlar, ama adanan bu ömürler, genellikle madde temelli
gelecek inşa etme tarzında olur. Dünyalıklarını garanti altına alma
çabasıdır yapılan. Dikili bir ağacımız olsun telaşıdır. Sanki dünya temelli
madde imparatorluğunun ebediyeti varmışçasına... Sanki bütün dertler madde
ile bitiyormuş ve huzur maddenin elindeymişçesine… Hâlbuki en iyi eğitimi de
alsa, en güçlü şirketlere de sahip olsa, dünyanın sayılı zenginlerinden de
olsa şayet dini, ahlaki ve milli duyarlılığı gelişip ahlaki meleke haline
gelmemiş ve kişilik oluşumu manevi doneler üzerinde şekillenmemişse bu
durumda ne toplumsal huzurdan, ne de bireysel mutluluktan söz edilmez.
Böyle nesillerin yapacağı en iyi iş, toplumsal fecaatleri tetiklemek
olacaktır. Allah resulü, “Allah’tan hayâ etmiyorsan dilediğini yap” buyurur.
Allah korkusu taşımayan bireylerin oluşturacağı toplumlar zulüm temelinde,
günah ve haramların yoğunluklu işlendiği toplumlar olur ki huzur ve refahtan
ve akabinde felahtan bahsetmek söz konusu olmaz. Hâlbuki istikbalin
garantisi inanan ve sahip olduğu maddi değerleri, manevi atmosferin ikamesi
için istihdam eden bir anlayışta gizlidir. Çünkü madde, manaya tabi kılınıp
yaratılışın yegâne hedefi olan Allah’a kulluk ve yeryüzünü imar ve iskân
etme bağlamında sarf edilmedikçe bir anlam ifade etmeyecek bilakis toplumsal
yıkımları beraberinde getirecektir. İnançsız yetiştirilen genç kuşağın maddi
olarak terakkisi, geçmişini sahiplenmeyi ve toplumsal sorumluluklarını ifa
etmeyi beraberinde getirmez. Unutulmamalı ki inanç temelli inşa edilmeyen
gelecekler, temeli çürük yapı misali göçük verirler. Ve büyük yıkımları
beraberinde getirirler. Hedefin mana temelli bir gelecek inşa etme olması,
güven temelinde bir toplumun inşası için kaçınılmazdır. Bu bağlamda çocuk
eğitimi toplumsal yaşamda önemli bir yer tutar.
Bir toplumu akim bırakmanın, geleceğini ipotek altına almanın, o topluma
hâkim olmanın yollarının başında toplumun çocuklarını ve genç kuşağını
fikren ve ruhen iğfal edip ortadan kaldırmak vardır. Eğer bu mümkün değilse
başvurulacak ikinci yol, onları fiziki olarak ortadan kaldırmaktır. Çünkü
çocuklar, toplumların geleceği ve sağlıklı olmalarının garantileridir.
Toplumu yönetmeye aday her projenin, çocukları hedef kitle olarak seçmesi bu
sebeptendir. Ciddi her projenin en temel ayağını, çocuk ve genç eğitimi
alır. Yetişkinlerden başlayarak toplumsal dönüşümü olumlu ya da olumsuz yöne
evirmek uzun ve meşakkatli bir süreci gerektirir. Hem de sonuç itibarıyla
başarısız kalacak bir uğraşın içine girilmiş olur. Bu tespit, yetişkin
eğitimini terk etmek anlamında anlaşılmamalı. Bilakis yetişkin eğitimiyle
birlikte çocuk eğitiminin üzerinde daha ciddiyetle durulması anlamına
gelmelidir.
Bir toplumu ifsat etmek istiyorsanız toplumun gençliğini ifsat etmeniz
yeterlidir. Aynı şekilde ıslah etmek istiyorsanız toplumun gençliğini ıslah
etmeniz büyük bir gelişim gösterecektir. Sağlıklı ve güçlü temeller üzerinde
yükselecek toplumlar, genç beyinlerin toplumun hizmetinde olduğu
toplumlardır. Şer odakları, toplumları ifsat etmek için çocuklarını ve
gençlerini zehirlemeyi seçerler. İçki, kumar, fuhuş, esrar, eroin,
müstehcenlik vb. illetlerin genç dimağları mefluç etmesi için
yaygınlaştırırlar. Her türlü iletişim ve reklam aracını bu işe hasrederler.
Bir ülkeyi hedefsiz kılma ve geleceğinden emin olmayan bir konuma çekme
telaşında olan bu güçler, genç kuşakları iğdiş edip akim bırakmakla beraber,
toplumun ana gövdesini oluşturan ve ailenin temel direği olan, kadını da
anne olma fonksiyonundan uzaklaştırarak cinsel ve tinsel bir metaya
dönüştürme çabasına girerler. Böylelikle toplum ifsat olup nesil ve hars
bozguna uğramış olur. Bu projelerin sahibi olan odakların hedefinde, o
toplumun maddi ve manevi değerlerini talan edip rant devşirmek vardır. Bir
toplum ancak ifsat olunca, her bir değerini talan etmek kolaylaşacak, sömürü
düzeninin bir payandası olmaktan kurtulamayacaktır. Ancak bu durumda
ensesinde boza pişiren sülüklerin gazabına uğrayıp her türlü acıyı çekecek
duruma düşer. Yoksa sağlıklı bireylere ve güçlü ailevi ilişkilere sahip bir
toplumun talan edilmesi, sömürülmesi, bir takım çirkin tezgâhlara payanda
kılınması mümkün olmaz.
Lokman (as) Yol Göstericiliğinde Çocuk Eğitimi
Yüce Mevla her konuda olduğu gibi bu konuda da Lokman suresinin 12–18.
ayetlerinde bizlere yol göstermiş, çocuk eğitiminde nasıl bir yöntem tayin
edeceğimiz gerçekliğinin üzerinde durmuştur. Lokman (as), Kur’an’da
anlatılan bu pasajda, yaşadığı çağda toplumsal huzur ve refahın ve uhrevi
felahın hangi ahlaki ilkelerden geçtiği hususunda ciddi tespitlerde
bulunuyor. Bu anlamda bizlere yaşadığımız toplumda nasıl bir yol ve yöntem
takip etmemiz konusunda da ciddi tavsiyelerde bulunuyor. Hele de her türlü
yolsuzluğun işlendiği ve hangi taşı kaldırırsan altında yolsuzluk,
hırsızlık, vurgun ve bu işleri yapan organize güç olan çetelerin çıktığı
böylesi bir ortamda bu ilkeler, samanlıkta gece karanlığında mumla iğne
ararcasına ihtiyaç hissettiğimiz, bizlerin ve neslimizin selameti sahile
çıkmamız için gerekli temel ilkelerdir. Toplumsal huzuru temin etmek için,
sorunların hangi ilkelerden hareketle çözüme kavuşacağı nokta-i nazarında
bizlere ufuk açıcı telkinlerde bulunan bu kıssa üzerinde ciddiyetle
durmalıyız. Derin derin düşünüp bu tavsiyelere hayatiyet kazandıracak
ortamlar oluşturmalıyız. Bilelim ki bizim hassas davranmayışımız neticesinde
gelecek ve neslimizi mahvedecek kriz dalgası, aynı zamanda toplumumuzun
geleceğini de mahvedecek ve “toplumsal kıyameti” toplumumuz açısından
tetikleyecektir.
Bizler, kökleri 1400 yıllık bir temele dayanan köklü ve büyük bir mirasın
sahipleriyiz. Şahit olduğumuz tüm olumsuz vakalar ve bu vakalarda yer alan
insanlar bizlerin yetiştirdiği çocuklarımızdır. Bu toprakların
insanlarıdırlar. Büyük bir gaflet ve ihanet içinde bulunan bu nesli hangi
kriterlerden hareketle yetiştirdik. Bu gerçeği göz önünde bulundurduğumuzda
toplumsal fecaatleri tetikleyen yegâne etmenin seküler temelde yükselen
eğitim ve öğretim olduğu görülecektir. Karşımıza çözüm yolu olarak da çocuk
eğitiminin dini temelde yeniden şekillenmesi gerektiği hususu çıkmaktadır.
Yaşadığımız şehirlerin varoşlarından başlayarak merkezlerine kadar her
tarafı kuşatmış, esrar, eroin, bali, kumar, fuhuş, faiz, hırsızlık, vurgun,
soygun ve her türlü arsızlıklara müptela bu gençlik bir yerlerden mi ithal
edildi? Başta yaratıcısına asi olup, vatanına ihanet eden, halkının
değerlerini yozlaştırıp emperyalistlere peşkeş çeken, anne-baba hakkı dahi
bilmeyen, hırsızlık, vurgun ve talan ile toplumun maddi değerlerini heba
eden ve terörle toplumu kaos ve kriz ortamına çeken tüm bu oluşumları sevk
ve idare eden ve gönüllü, gönülsüz bu tezgahta yer alan insanlar kimin
çocukları? Hangi eğitim sisteminin ürünü bunlar? Bu tezgâhta yer alan
insanların büyük çoğunluğunun üst düzey yetkililerden oluşması acı bir durum
değil mi? Bu eğitim sistemimizde bir takım eksikliklerin olduğunu
göstermiyor mu? Dışarıdan ithal edilmediklerine göre bu insanlar bizim
ürünümüz. Tüm bu olumsuzlukları yaşayan ve yaşatan insanlar, sakat ve eksik
bir mantığın ürünü olan bir eğitim ve öğretimin ürünüdürler. Elbette ki
dışarıdan ithal edilmediler.*
Bilmeliyiz ki bizler, bu konularda hassas davranmazsak gelecek olan ve
akabinde neslimizi mahvederek hâlihazırdaki durumumuzu ipotek altına alacak
kriz dalgası, aynı zamanda toplumumuzun geleceğini de mahvedecek ve
“toplumsal kıyameti” toplumumuz açısından tetikleyecektir.
Lokman (as) Kimdir?
Lokman (as) Kur’an’ı Kerim’de ismi sadece bu surede geçen, aynı zamanda
surenin de ismiyle anıldığı salih bir kişidir.[1]
Rivayetlere göre Eyyub (as)’ın kız kardeşinin yahut teyzesinin oğlu olup
nesebi Lokman b. Baura b. Azer’dir. Mısırlı olup esmer renkli idi. Davud
(as)’ın zamanına kadar yaşamış ve ondan ilim öğrenmişti. Allah ona hikmeti
yani akıl, zekâ, ilim ve isabetli konuşma kabiliyeti vermişti. Bazı âlimler
peygamber olduğunu söyleseler de Kur’an’da açık işaret olmadığından Cumhur-u
Ulema Lokman’ın (as) peygamber olmayıp hâkim (hikmetli söz ver iş sahibi)
salih bir kişi olduğu görüşündedirler.[2]
*Taberani’nin İbni Abbas’tan (ra) rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (as)
şöyle buyurmuştur:*
“Sudanlılara önem verin. Zira onlardan üç tanesi cennet halkının
efendilerindendir. Bunlar: Lokman el-Hâkim, Necaşi ve Müezzin Bilal’dır.”[3]
Lokman’dan (as) Birkaç Hikmetli Söz
İbni Cerir der ki:
Bize İbni Veki’nin… Halid er-Rabai’den rivayetinde o, şöyle anlatmıştır:
“Lokman, Habeşli marangoz bir köleydi.
Efendisi ona;
“Bize şu oğlağı kes demişti.”
Lokman o oğlağı kestiğinde efendisi;
“Ondaki en temiz ve hoş parçayı çıkar” dedi.
Lokman dilini ve kalbini çıkardı.
Başka bir seferinde efendisi;
“Bize şu oğlağı kes” diye emretti.
Lokman oğlağı kestiğinde; “Ondaki en pis ve mundar parçayı çıkar” dedi.
Lokman yine dilini ve kalbini çıkardı.
Efendisi ona;
“Sana “Ondaki en temiz ve hoş parçayı çıkar” dediğimde dilini ve kalbini
çıkardın, aynı şekilde “Ondaki en pis ve mundar parçayı çıkar” dediğimde de
dilini ve kalbini çıkardın” dedi.
Lokman;
“Temiz ve hoş oldukları zaman bu ikisinden daha temiz; pis oldukları zaman
da bu ikisinden daha pis hiçbir şey yoktur, diye cevapladı efendisini.[4]
Lokman’ın (as) ortaya koyduğu bu hikmetli söz, toplumların felahı için de
infisahı için de bizlere formül sunmaktadır. Toplumlar ailelerden aileler de
bireylerden oluşmaktadır. Bireyleri eğitip topluma kazandıracak olanların
ise ebeveynler olacağı gerçekliğinden hareketle bu örnek üzerinden verilen
mesaj, tüm toplumun felaha ulaşması için bireysel değişim ve dönüşümün
olumlu ve güzel yöne doğru gerçekleşmesi hakikatidir. Öncelikle kalp ve
dilin sahih bir çizgide sapkınlıklardan arındırılıp terbiye edilmesi
gerekmektedir.
Dilin salih ve sahih kılınmasını ise yine Lokman (as) şöyle formüle eder:*
“Lokman (as) meclislerde oturup onlarla konuşurken birisi geldi ve sen
benimle beraber falan falan yerde koyun otlatan değil misin?” dedi de
Lokman;*
“Evet, ben o kimseyim” dedi.*
“Seni gördüğüm bu duruma sevk eden nedir?” diye sorunca da Lokman;*
“Doğru söz ve beni ilgilendirmeyen şeyleri söylemeyerek susmak” diye
cevapladı.[5] Çünkü bizzat Lokman’ın ifadesi ile “Susmak hikmettir.”[6]*
Duyarsızlığın Hesabı Sorulacaktır!
Çocuklarımız, yaptığımız yanlışlıklar neticesinde dünyada cehennemi
yaşıyorlarsa bizlerin bu hale duyarsız kalmamız mümkün değildir zaten. Çünkü
Rab Teâlâ; “Diri diri toprağa gömülen kıza, sorulduğunda, “Hangi günah
sebebiyle öldürüldü?” diye”[7] buyurarak hesap gününde toplumsal meselelere
kör, sağır ve dilsiz kalan insanların çetin bir muhasebeye tabi tutulacağını
beyan ediyor. Âleme şahit olarak tayin edilmiş İslam ümmeti olarak toplumsal
sorunlara duyarsız kalmamız düşünülemez. Çünkü hesap gününe iman etmiş bir
toplumuz. Ahiret hesabının çetin olduğunu biliyoruz. Duyarsızlığımızdan
sadır olan meselelerin hesabının sorulacağına da inanıyoruz.
Sokağa terk edilen, anasına, babasına, atasına isyan eden nesillerin neden
ve nasıl bu hale getirildiği sorulduğunda ne cevap vereceğiz? Eğitim ve
öğretim programlarımızdan neşet eden bozguncu neslin hesabını nasıl
vereceğiz? Bizden kaynaklanan problemlerden hareketle heder olan nesillerin
hesabını verebilecek miyiz? Fuhuş sektörüne terk edilerek diri diri gömülen
kızlarımızın, esrarın pençesinde uyuşturucu baronlarının para kazanma aracı
kılınmış gençlerimiz, kumar, içki ve faiz sarmalında ömür tüketen
zavallıların hesabı sorulduğunda ne diyeceğiz? Bu durumda hiç mi
sorumluluklarımız yoktur? Var tabii ki. Sorumluklarımızın farkında
olmalıyız. Farkında olmak için de vurdumduymaz olmuş ve bana değmeyen yılan
bin yaşasın anlayışının zehriyle duyarsız kalmış bir toplum olmaktan
kurtulmalıyız. O halde silkinme ve yeniden yapılanmaya giderek neslimizi ve
nefsimizi cehennemi ızdırapların girdabında boğulmaktan kurtarma mücadelesi
vermeliyiz.
Neslimizi ve nefsimizi, geldiği zaman yalnızca içimizdeki beyinsiz
zalimleri kuşatmayacak ve topyekûn hepimizi helake götürecek fitne gelmeden
terbiye ve tezkiyeye tabi tutmalıyız. İşte işin bu noktasında Lokman’ın (as)
oğlunun şahsında bizlere telkin ettiği ilkeleri iyi tahlil etmeliyiz.
Neslimizin eğitimini Lokman’ın altını çizdiği bu ilkelerden hareketle
sağlamalıyız.
Şükreden Kul Olmak!
“Andolsun biz Lokman`a: “Allah`a şükret!” diyerek hikmet verdik. Şükreden
ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir
şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.”[8]*
Şükür; Allah Teâlâ’ya övgü sunmak, verdiği nimetlerin Allah’tan olduğunu
ikrar edip hakkını ifa etmek ve emrettiği hususlarda O’na itaat etmektir.
Nimetleri Allah’tan bilmemek nankörlük olur. Hakkı ikrar etmediği için de
kul için zulüm olur.
İbni Abbas (ra) anlatıyor:*
"Resulullah (as) zamanında halk yağmura kavuştu. Bunun üzerine Resulullah
(as): "İnsanlar bugün iki grup hâlinde sabaha erdiler, bir grubu kâfir, bir
grubu mü`mindir" dedi. Ve şöyle açıkladı: "Bazıları: "Bu yağmur Allah`ın bir
rahmetidir" derken diğer bazısı: "Falan falan yıldızın uğuru doğru çıktı"
dedi. Bunun üzerine şu ayet[9] nazil oldu:"Hayır hakikatler kâfirlerin
dedikleri gibi değildir. İşte yıldızların düştüğü yerlere and ediyorum ki,
hakikaten bu, eğer bilirseniz büyük bir anddır. Muhakkak o, elbette çok
şerefli bir Kur`ân`dır ki korunmuş bir kitapta yazılıdır. Ona tam bir
surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez. O âlemlerin Rabbinden
indirilmedir. Şimdi siz bu kelâmı mı hor görücülersiniz? Rızkınıza
şükredeceğinize siz behemehal tekzibe mi kalkışırsınız?"[10] hadiste geçtiği
üzere verilen nimetin kaynağını tespit ve ikrar ederken Allah’ı hesap dışı
bırakmak nankörlük olarak tarif edilmiştir.
Aynı zamanda şükür, insanın uzuvlarını, yaratıldığı hususlarda hayır
yolunda kullanmak anlamlarını da içermektedir.[11] Allah’a şükür, iman ve
teslimiyetin de ölçüsü olduğundan yığılan bir hazine mesabesindedir.
Şükredenin şükrü, öz itibarıyla Allah’a değil kendisine fayda sağlar.
“Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur.”[12]*
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
"Resulullah (as) çok namaz kılardı. Öyle ki ayakları kabarmıştı. Kendisine
"Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiştir (kendini niye bu
kadar yıpratıyorsun?)" denildi. O, bunlara şu cevabı verdi: "Şükreden bir
kul olmayayım mı?"
Hadisin bir başka versiyonu da şöyledir; Allah resulü bir gece ibadetle
meşgul iken Hz. Aişe’nin; “Ey Allah’ın resulü günahtan beri olduğun ve
bağışlanmış bir kul olduğun halde ibadetle bu kadar uğraşıyorsun!” hayretine
“Ey Aişe şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermesi manidardır. Allah
resulü, aslında ümmetine, “Allah’ın size verdiği bunca nimete karşın
şükreden kullardan olun” demektedir. Kendisi vahiyle desteklendiği ve
Allah’ın kontrolünde ve korumasında olduğu için günahlara bulaşma imkânı
olmadığı halde bulduğu her fırsatta şükrünü ifa edecek amellerle hayatını
süslemektedir. Allah’ın bizlere verdiği onca nimeti göz önüne getirip
şükrümüzü ifa etmeliyiz. Nankörlükten de fersah fersah uzak durmalıyız.
Çünkü şükrün karşıtı nankörlüktür. Nankörlük ise nimetin kadrini
bilmezliktir.
Allah’a şükretmek aynı zamanda ayette de geçtiği üzere hikmetli davranış
olarak tarif edilmiştir. Çünkü hikmet sahipleri ancak şükrü hakkıyla ifa
ederler ki, hikmet; din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve
doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış demektir. Hikmet hem doğru bilgi,
inanç ve düşünceyi hem de bu zihni birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde
hayata geçirilmesini ifade eder.[13]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Kur’an Yolu: c:4 sf:336*
[2] Tefsir’ul Münir c:11 sf:149*
[3] İbni kesir 3/447*
[4] İbni Kesir c:12 sf:6401*
[5] İbni Kesir c:12 sf:6402*
[6] Tefsir-ul Münir c:11 sf:149*
[7] Tekvir:8–9*
[8] Lokman:12*
[9] Vakıa, 75-82*
[10] Müslim, İman 127*
[11] Tefsir’ul Münir c:11 sf:150*
[12] Fizilal’il Kur’an c:11 sf:469*
[13] Kur’an Yolu c:4 sf:336*
HANİFİ TOSUN / ittikahaber *
Yorum Gönder
Saldırı, küfürler yorum/fikir sayılmaz.Tarih övgü veya sövgü kitabı değildir.Yorumlarınızı yazarken lütfen İsminizi belirtiniz.