| Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, çok ilginç bir toplantıda, kurduğu parti Kemalistler tarafından kapatılmış ve kendisi dışlanmış, hatta İzmir suikastı provokasyonu bahane edilerek idam edilmek istenmiş, dönemin bazı gerçeklerini ortaya çıkaracak hatıra kitabı da matbaa basılarak topluca yakılmış bulunan Kâzım Karabekir’i anma toplantısında, yine masaları yumruklayarak ve bağırarak, darbeleri, cuntaları, çeteleri ve bunları yıllardır içinden ayıklamak için hiçbir adım atmayan TSK yönetimini eleştirenlere tehditler yağdırdı. Taarruza Kadar “Atatürk Atatürk”, Taarruzda ise “Allah Allah” Denmesi Tutarsızlık Değil mi? Başbuğ’un TSK’nın İslam’a karşı olmadığını anlatmak istercesine sığındığı söylem, aslında nasıl din istismarı yaptıklarını ortaya koymaktaydı. Şunları söylüyordu: “Talimnamelerimizden baktığımız zaman özellikle hücum bölümü,.. Taarruzun en son safhası. Biz askere ne dedirttiriyoruz biliyor musunuz? ‘Allah, Allah’ diye askere taarruz ettiriyoruz… ‘Allah, Allah’ diye askerine hücum ettiren, taarruz eden bir ordu, nasıl Allah’ın evi Camiye bomba atmayı düşünür. Vicdansızlıktır. Lanetliyorum bunları… Türk Ordusu’nun da bir sabrı var.” Taarruza kadar bütün askeri hayat alanlarında ve eğitim safhalarında Kemalizm’i bir din gibi dayatan, kışlaları Kemalizm’in tapınakları haline getiren, askerlerin beyinlerini “Atatürk Atatürk” diye diye yıkayan, Allah’ın dinini, İslam’ın şeriatını ise “irtica” yaftasıyla birinci öncelikli tehdit ve düşman ilan eden TSK, neden tam canların feda edilmesi noktasına gelindiğinde, düşmana hücuma geçildiğinde, birden “Allah Allah” dedirtmeye başlamaktadır? Aslında bu tutum, ömür boyu şirke dayalı hayat yaşayan bir insanın, (ölümün gelip çattığı son andaki imanın Allah katında hiçbir değeri olmadığı halde) ölüm anında şehadet kelimesini söyleyip kurtulma telaşı içine girmesine benziyor. Kemalist sistem ve ordusunun sürekli bir biçimde, İslam şeriatına uygun hayatı yasaklaması, baskıyla Kemalizm’i kabul ettirmeye çalışması, askere zorla aldığı insanlara Kemalizm dinini benimsemeyi, sürekli onun ilkelerini söylemeyi dayatması, Kur’an’ın tanımıyla “fitne”dir. Allah “fitnenin katilden beter olduğunu” beyan etmektedir. Yani insanları, İslami hayatı yasaklayarak Kemalizm’i kabul etmeye ve hayatı Kemalist ölçülerle yaşamaya zorlamak fitne olup, onları öldürmekten daha büyük bir suçtur. İşte bu suçu işleyenler, tam ölüme gitme noktasında, hücum sırasında askerleri ölüme teşvik edebilmek, motive edebilmek, tabiri caizse gaza getirebilmek için “Allah Allah” dedirtiyorlar. Bir yandan fakir halkın vergileriyle finanse edilen askeri gazino ve dinlenme tesislerinde, beş yıldızlı otel niteliğinde lükse sahip ordu evlerinde Allah’ın haram kıldığı her şeyi serbest kılacaksın, diğer yandan Allah’ın emrettiklerini ise kapıdan kovacaksın, sonra da hücum anında ölüme teşvikte motive edecek başka bir değerin olmadığı için Allah’ın ismini kullanacaksın. Allah’ın emrinden oluşan İslam şeriatına göre hayatını yaşamak isteyen, bu bağlamda namaz kılan, eşi başörtüsü bağlayan subayı yargısız infazla YAŞ kararıyla ordudan atacaksın, subay olmasına izin vermediğin İslam şeriatına iman edip yaşama çabası içinde olanı er olmaya gelince zorla askere alacaksın, anası oğlunu ziyarete geldiğinde garnizon ve ordu evi kapılarından aşağılayarak kovacaksın, namaz kılan ere daha fazla nöbet yazarak ezmeye çalışacaksın, Allah’ın dini İslam’ın hayata hâkim kılınmasını isteyen bunun için tebliğ ve eğitim çalışmaları yapan Müslümanları “iç tehdit”/”iç düşman” ilan edip “topyekun savaş” hedefi yapacaksın, sonra Allah’ın emirlerine karşı sürdürülen Kemalist savaşta taarruz anında “Allah Allah” dedirtmekle övünüp, halkı Allah’la aldatmaya kalkacaksın. Elhamdülillah, bu çelişkiyi, din istismarını ve aldatmayı artık kimse yutmuyor. TSK yönetimi, tutarlı olmak, din istismarından ve ikiyüzlülükten, halkına yalan söylemekten ve Allah ile aldatma çelişkisinden kurtulmak istiyorsa, tabii ki, öncelikle sadece Kemalistleri askere almalı ve en kısa zamanda da eğitim talimatnamelerinde değişiklik yaparak, TSK’ya sürekli hâkim kıldığı Kemalizm dininin sembol ve ilkelerini, taarruz anında da sürdürmeli, hücuma kalkıldığı anda da askerlerini, uğrunda ölmeye ve öldürmeye sevk edildikleri değer ve ilkelerle motive etmeyi tercih etmeli, “Atatürk, Atatürk” ya da “laiklik, laiklik” diye hücuma geçirmelidir. Yahut da, taarruzda “Allah”ı anmayla tutarlı olmak ve bu anmayı anlamlı kılmak istiyorsa, daha önce de, Kemalizm’e ve laikliğe son vererek, sistemin bütününde ve askerlik süresinin, eğitiminin de tamamında İslam’ı esas alıp, Allah yolunda cihadı ikame etmelidir. “Allah Allah” demekte samimi olan bir ordunun Allah’ın ayetlerinden olan Kürt dili ve kimliğiyle, İslami kimlik ve başörtüsüyle savaşmaması gerekirdi, Kürt köylerini yakmaması, Kürtlere pislik yedirmemesi, faili meçhul cinayet işlememesi gerekirdi. Ama belgelerle sabittir ki, bunların hepsi bu ordu içinden çıkan cani ruhlu darbeciler, cuntalar ve çetelerce sürekli işlendi. Sürekli İslami kimlik ve Kürt kimliğiyle savaşılarak ülke halklarına büyük acılar çektirildi ve ülke pek çok sorunla bunalımlara, çatışmalara sürüklendi, büyük bedeller ödendi. “Allah Allah” demekte samimi olan bir ordunun, “bir cana haksız yere kıymanın bütün insanlığı katletmek gibi büyük bir suç olduğunun” bilinciyle hareket etmesi gerekirdi. Taarruz anında Allah’ı anmakta samimi olan bir ordunun, geniş fakir halk kitlelerinin, hatta asgari ücretlinin bile vergi ödemek zorunda bırakıldığı bir ülkede, yetimin hakkını gasp etme anlamına gelen ayrıcalıklara sahip olmaktan kaçınması gerekirdi. OYAK’la her türlü vergiden muaf, çok boyutlu kayırma ve koruma altında, haksız rekabet şartlarında haksız kazançlar elde ederek, Türkiye’nin 3. büyük sermaye kuruluşu haline gelmekten ve uluslararası emperyalist sermaye ile çok yönlü çıkar ilişkilerine girmekten kaçınması ve adil olması gerekirdi. Taarruz anında Allah’ı anmakta samimi olan bir ordu, emperyalist işgal gücü NATO içinde, katil ABD’nin yanında yer alarak, emperyalist çıkarlar uğruna mazlum Kore halkını kendi memleketinde vurmaya gider miydi? Mazlum bir halkı kendi evinde vuran katil orduların içinde yer alan TC askerleri, muhtemelen bu zalimce saldırıda hücuma kalkarken de “Allah Allah” demişlerdir. Allah bundan razı olur mu? Bunun, Allah’ın haram kıldığı rakıyı içerken besmele çekmekten ne farkı var? Bu tür gayri İslami kötü işlerde Allah’ı anmak Allah’a da zulmetmekten başka bir şey değildir. Hele aynı emperyalist güçlerle birlikte ve yine katil işgalci NATO içinde Afganistan’a gönderilen askerler, orada bir hücum söz konusu olduğunda, o ülkenin yerli Müslüman halkının işgale direnen ve kendi ülkelerini İslami hükümetle kendileri yönetmek isteyen mü’min çocuklarına karşı saldırıya geçmeleri gerektiğinde yine “Allah Allah” diye mi hücum edecekler? Allah yolunda ülkelerinin bağımsızlığı için cihad eden Müslüman Afganlılara karşı “Allah Allah” diye saldıranlar ölürlerse, üstelik bir de şehid mi sayılacaklar? Bu büyük çelişkiyi ve bu büyük din istismarını ancak aklını kullanmayan ahmaklar fark edemez. Bilinmelidir ki, Kemalizm’i esas aldıkları halde, ölüme yakın hücum safhasında “Atatürk” ve “laiklik” yerine “Allah” ve “şehidlik”i öne çıkaranlar, sadece din istismarı yaparak, askerleri ölümlü bir savaşa motive etmek istemektedirler. Mazlum günahsız halkların topraklarına emperyalist işgal ordularıyla müttefik olarak girip “Allah Allah” diyerek masum insanları, hatta gerektiğinde Müslümanları bile katletme konumunu sorgulamayıp görev diye yerine getirenler, çeteler kurarak halka yönelik katliam provokasyonları yapmaktan çekinmeyenler, Kafes planında halkın çocuklarını bir müzede toplayıp kitlesel çocuk katliamı yapmaktan bile utanmayanlar, aynı Kemalist ulusalcı görev bilinciyle gerekli gördüklerinde camileri neden bombalamasınlar? Kemalizmin, Uğrunda Ölenlerin Ölüm Sonrası Beklentilerine Cevap Verememesi, İslam’ın “Şehidlik” Kavramını İstismar Etmesi Sonucunu Doğurmuştur TSK yönetimi, neden ölüme kadar laiklik ve Kemalizm’i dayattığı, iç tehdit olarak gördüğü İslam şeriatına karşı mücadeleyi esas aldığı halde, Kemalizm uğrunda ölenlerin ölümden sonrası için, reddedip düşman saydığı İslam şeriatının “şehidlik” kavramını ilkesizce kullanmaktadır? Halbuki pek çok Kur’an ayeti ve Resulullah (s)’ın hadisi, son derece net ve anlaşılır bir şekilde ortaya koymaktadır ki, uğrunda ölünen yol Allah yolu (Allah’ın şeriatı, İslam sistemi), ölen kişi de muvahhid bir Müslüman, ölenin niyeti de bu İslami değerleri korumak ya da hakim kılmak uğruna savaşarak sadece Allah’ın rızasını kazanmak olmadıkça, o kişi şehid olamaz. Kur’an’ın son derece açık ifadelerine rağmen laik Kemalist sistem ve devlet uğrunda savaşıp ölenleri şehid olarak niteleyenler, aslında, Allah’ın dinini tahrife kalkışmakta ve Kur’an’la, İslam’la ve ilimle adeta alay etmektedirler. Çünkü İslam şeriatını benimsemeyen, İslam hükümlerini siyasi, sosyal, ekonomik, hukuki, bireysel ve toplumsal hayattan kovan ve üstelik İslam şeriatını isteyen, hayata yansıtmaya yönelen Müslümanları ise birinci öncelikli tehdit ve düşman ilan edip cezalandıran, başörtüsü yasağında olduğu gibi, İslam’ın en küçük yansımasına dahi karşı çıkıp savaş açan laik Kemalist devlet ve silahlı güçleri “şehidlik” gibi yine İslam’a ait bir kavramı, hem de İslam şeriatına karşı savaşan silahlı güçlerin mensupları için kullanmak suretiyle, hem büyük bir çelişki ve tutarsızlık sergilemekte hem de İslam’a ve Müslümanlara haksızlık ve zulüm yapmış olmaktadırlar. İslam’ın dünyayı düzenlemesine tahammül edemeyip, onu vicdanlara hapsetmeye, hayattan kovmaya kalkışmış ve İslam şeriatına karşı verdiği ve halen de sürdürdüğü savaş sonucu onu toplumsal hayattan çıkarmış bulunan laik Kemalist güçler, kendi emir ve komutaları altında ve kendi pozitivist, İslam karşıtı ideolojileri emrinde savaşa çağırdıkları, hatta savaşa zorladıkları insanlara, öldükten sonra bir şey vaat edememenin aczi içinde “şehidlik” gibi ilahi bir kavrama sığınmak ve böylesi bir tutarsızlığı yaşamak zorunda kalmışlardır. Laik Kemalist ideoloji, dünya hayatı da dahil tüm kainata ve ahirete hakim olan tek ilah inancını dışlayan, cennet ve cehennemi olmayan bir beşeri ideoloji oluşu sebebiyle insanların ölüm sonrası beklentilerine ve ihtiyaçlarına cevap verememiş, uğrunda ölenlerin “Öldükten sonra ne olacağız? ” kaygılarını giderememiştir. Allah yolunda değil de, 80 yıldır Allah’ın yolunu yok etmeye yönelik savaş veren kendi ideolojisi yolunda, laik Kemalist sistem uğrunda ölmeye çağırdıklarına, öldükten sonra ne vereceği sorusuna cevap bulamamıştır. İnsanların kafasında, “Ben senin sistemin uğrunda öleceğim, sen ise çıkar düzenini ayakta tutup, sömürü ve talanına devam edeceksin öyle mi?” sorusunun uyanmasına engel olacak bir cennet vaadine ihtiyaç duymuştur. Halbuki kendi pozitivist dünya görüşünde, ilahi olana ve tabii ki ahirete, cennet ve cehennem inancına yer yoktur. İşte bu açmazın giderilmesi için, ilahi olanı hayatın her alanından dışlayan katı bir laiklik anlayışıyla çelişki de teşkil etse, ahirette cennet vaadini ve “şehidlik” kavramını İslam’dan ödünç almayı ve istismar etmeyi tercih etmişlerdir. (Aslında böyle yaparak Mustafa Kemal’in düşüncelerine ve laikliğe de aykırı davranmaktadırlar. Çünkü, Mustafa Kemal, “Türk’ün artık, dinî his ve cennet uğruna savaşmadığını” açıkça beyan etmiştir.) |
Yorum Gönder
Saldırı, küfürler yorum/fikir sayılmaz.Tarih övgü veya sövgü kitabı değildir.Yorumlarınızı yazarken lütfen İsminizi belirtiniz.